Şamanizm Nedir? Nasıl Şaman Olunur?


İnsanlığın bildiği ilk spiritüel uygulama olan Şamanizm inisiyasyon içeren bir vecd ve trans tekniğidir. Her hangi bir kurucusu ya da kutsal kitabı olmadığı gibi ortaya çıkış tarihi de belli değildir. Şamanizmde, en geniş çerçevesiyle bir dinde bulunması gereken bir din kurucusu, kutsal kitap veya kitapları, inanç esasları, ibadetleri ve cemaat gibi net özellikleri yoktur. Şamanist inanca göre dünya, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere 3 kısma ayrılır. Altay Türklerine göre “Aydınlık Alemi”, yukarıdaki dünyayı yani gökyüzünü Tanrı Ülgen’le ona bağlı iyi ruhları temsil eder. Yeryüzünü, yani “Orta Dünya”yı insanlar oluşturur. Yer altı dünyası olan “Aşağıdaki Dünya”yı ise Tanrı Erlik ve ona bağlı kötü ruhlar oluşturur. İyi ruhlarla ilişki kurup, iyilik yapan Şamanlara ak-Şaman, yeraltı ruhlarıyla konuşup, Erlik ‘in hizmetinde olanlaraysa kara-Şaman denir. Tanrı ve en büyük semavî ruh, semanın en üst tabakasında bulunan insan şeklinde bir varlık olarak tasavvur edilmiştir. Gökte yaşadığına inanılan bu en büyük ruh, insanları ovaları, ateşi, yeri, güneşi, ay’ı, yıldızları, yaratmış, kâinatın nizamını sağlamıştır. Yine şamanist kavimlere göre, gökte ve yerde meydana gelen çeşitli tabiat olayları, birtakım ruh ve tanrıların eseri idi. Hastalık gibi ölüm de, onlara göre, kötü ruhların bir eseri sayılıyordu. Şamanlar her hastalığın ruh kaynaklı olduğuna inanır. Onlara göre en ufak bir nezleden büyük hastalıklara kadar her sağlık sorunu kişinin ruhuyla ilgilidir. Hastalık, kabaca ruhun bir bölümünün vücuttan kaçması gibi bir şey. Bir kişinin ruhu kaçarsa o insanın vücudu paslanmaya başlar. Bu da bir hastalığa sebep olur, kansere veya başka bir şeye çevirir. Aslında hasta olan vücut değildir. Sıkıntıyı çeken ruhtur ve bedeni bunu yansıtır.
Şaman sözcüğünün kökeni için dört farklı görüş öne sürülmüştür:
Tunguz kökenlidir. Yuçen dilinde “şan-man” büyücü demektir.
Sanskritçe’de budacı rahip anlamına gelen samana sözcüğüdür.
Hindistan’daki Pali dilinde ruhlardan esinlenen kişi anlamına gelen “samana” sözcüğünden türemiştir.
Mançu dilinde oynayan zıplayan, bir iş görürken sürekli olarak hareket eden anlamındaki saman kavramından gelir.
Şamanizmin tanımında uzmanlar aynı fikirde değildir, bu hem şamanizmin içinde barındırdığı farklı yön ve unsurlardan hem de şamanizmin farklı coğrafyalarda, aynı temelde ama çok farklı şekillerde var olmasından kaynaklanmaktadır. Mikaylovskiy, Haruzin, Potapov, Alekseev gibi Sovyet bilim adamları Şamanlığı Türklerin orijinal dini kabul ederken, aralarında Mircea Elide, V. Jochelson, Jean Paul Roux, V. Bogoras, Osman Turan, Hikmet Tanyu, İbrahim Kafesoğlu’nun da bulunduğu yazarlar ise şamanlığı bir din değil Kuzey Asya topluluklarının dini duygularını içeren ve öteki alem varlıklarına hükmeden bir tür kült olarak görmektedirler. Yeni araştırmalar şamanlığın Türkler’e özgü olmayıp bütün Asya’ya yayıldığını göstermektedir  ve araştırmacılar artık Amerika Kızılderilileri’ni de Şamanizm kapsamında değerlendirmektedir. Mircea Eliade Şamanizm adlı kitabında Asya’nın şaman topluluklarında, Amerika Kızılderilileri’nde ve Okyanusya yerlilerinde sayısız unsurun ortak olduğunu belirtmiştir. Şamanlık Avrupa’da ilk çağ devirlerinden beri yaygındı ve farklı Töton kabileleri ve Fin-Baltık halkları arasında Demir Çağı boyuncu uygulanmıştır. Sibirya klasik şamanizmin anavatanı olarak kabul edilir. Bölgedeki Ural, Altay, Paleosibiryalı halklar modern dönemlere kadar şamanistik uygulamalarda bulunmaya devam etmişlerdir.Doğu Sibirya’dan Kuzey Kanada’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Eskimo gruplarının şamanist uygulama ve inançlara sahip oldukları kaydedilmiştir.


Türk halklarının en eski yurtları Güney Sibirya’da bulunur. Sayan ve Altay dağlarının etrafında ve eteklerinde eski zamanlardan beri Türk halklarından olan Hakaslar yaşıyor. Günümüzde de bir din olarak atalarının inançlarını ve kültürlerini devam ettiriyorlar. Hakaslar’ın bir bölümü Hristiyanlığı, bir kısmı Ateizmi, çok düşük bir kısmı ise Budizmi, İslamı ve Museviliği kullanıyor fakat Hakaslar’ın içinde Hristiyanlardan sonra ikinci en kalabalık inançsal grup Şamanlık.  Sovyetler’de çok tanınmış bir Arkeolog olan Okladnikov’a göre, Ural ve Altay Dağları arasındaki coğrafyada ilk Kamlar, yani Şamanlar M.Ö. 7000 yıllarında çıkmıştır. Şamanlık’ta evren üç katmandan oluşur. En üsttekine ‘Kök Tengri’ denir, mavi ya da gök manasına gelen bir sözcük ‘kök’. En altta, Toprak Ana olarak bilinen Yağız Yer bulunur. Bu iki katmanın arasında insan yaşar. Şaman ya da Türklerde yaygın kullanılan adıyla “Kam”, sadece bir dini şahsiyet olmaktan öte “tabip” vazifesi de gören, “kahin”lik yeteneğine sahip olduğu da düşünülen bir inanç uzmanı ve pratisyenidir. Şamanların iki temel işlevinden söz edilebilir. Birincisi, yaşamını sürdürdüğü topluluğun ölmüş üyelerinin ruhlarının sıkıntısız bir şekilde ölüler âlemine “nakli”ni sağlamak. İkincisi, yaşarken sağlık sorunuyla rahatsızlananların bu durumuna neden olduğuna inanılan ruhsal güçlerin etkisini, bu ruhları korkutup, kandırıp ya da ikna ederek savuşturmak…
Şamanizm din gibi algılanmasına rağmen din değildir. Eski Türklerde din, kâinatın hâkimi ve yaratıcısı olan yüce bir varlığa inanma biçiminde şekillenmiştir. Türkler bu yüce varlığı “Tengri” olarak nitelendirmektedir. Dinleri ise Gök Tanrı Dini olarak adlandırılmıştır. Şamanizm, Gök Tanrı dini içerisinde yer alan sihri bir sistemdir. Eski Türk dini, Gök dini, Gök Tanrı merkezli, onun etrafında şekillenmiş, tamamen kendine özgü bir monoteizmdir. Türkler Tanrı’yı “Tengri” kelimesi ile ifade etmişlerdir. Tengri, eski Türk inancında, tek yaratıcı olarak din sisteminin merkezinde yer almaktadır. Eski Türk vesikalarında çoğu kez “Kök- Tengri” adı ile zikredilmektedir. Bundan yola çıkarak eski Türk inancına “Kök-Tengri Dini” adı verilmiştir. Abdulkadir İnan, Şamanizm’i eski Türk dini olarak kabul etmektedir. Şamanlığın bulunduğu saha itibariyle de gelişmiş bir durumda olduğunu belirtmektedir. Ziya Gökalp, eski Türk inancı hakkında açıklama yaparken Şamanizm’in eski Türklerin dini değil, sihri bir sistemi olduğunu belirtir. Eski Türk dini üzerinde ciddi çalışmalar yaptığı bilinen Ziya Gökalp Türklerin eski dinlerinin “Toyunizm” olduğu görüşünü savunmaktadır. Türklerin tarih sahnesine çıktıktan sonra eski Türk Dinine “Toyonizm” yahut “Nom” demek gerektiğini belirtmektedir. Buna göre Türklerde din adamlarına Toyun denilmektedir. Abdulkadir İnan ise Ziya Gökalp’in “toyunizm” olarak kabul ettiği dinin “Budizm” olduğunu belirtmektedir.

Türklerin Anadolu’ya sadece Müslümanlığı değil, beraberlerinde, ilk çağlardan beri kültürlerinin bir parçası olan Şamanizmin izlerini de taşımış oldukları bilinir. Günümüzde Anadolu’da farkında olmadan insanlar, şamanist kökenli ritüelleri yerine getirmektedir. Kırklama, gidenin ardından su dökmek, dilek ağacına çaput bağlamak, türbe ziyaretleri, lahusadaki kadınların başına kırmızı kurdale takmak, 40 gün 40 gece düğün, 40’ı çıkması, çeşitli sebeplerden dilek tutmak gibi bir çok ritüel şamanizm kökenlidir. Bunun yanı sıra hayat ağacı olarak bilinen figürleri taşıyan kilimler, nazar boncuğu gibi semboller de yine Türklerin Anadolu’ya taşıdığı ve asırlar boyunca bu topraklarda barındırılmış bir inanç sisteminin parçası olduğu dile getirilir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde, doğudan getirilen Türkler’in oluşturduğu kalabalık Şamanist obalar Anadoluda göçebe bir hayat sürmüş ve inançlarını taşımışlardır. İslamiyetin Orta Asya Türkleri arasında yayılmasıyla birlikte bazı şamanik öğeler Müslüman mistiklerince özümsenmiştir. Profesör Köprülüzade, Ahmed Yesevi ile bazı dervişlerinin kuşa dönüşüp uçma yetenekleri olduğunu hatırlatıyor. Bektaşi ermişleri üstüne de benzer söylenceler mevcuttur. XIII. Yüzyılda -ayırıcı ritüel işareti “iki boynuzlu başlık” olan bir tarikatın kurucusu Barak Baba bir devekuşuna binerek kendini halka gösteriyormuş ve söylenceye göre, “kuş binicisinin etkisi altında biraz uçabiliyormuş”. Kuşa dönüşme yetisi bütün şamanizmlerin ortak motifidir. Türkler islamiyete eski inançlarını da taşıyarak yeni bir sentez oluşturdular. Bu sentez, İslâm’ın Orta Asyalılaşması olan ve başında Hoca Ahmet Yesevî’nin bulunduğu İslâm’ın sufî yorumudur. 9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı adım adım arşınlayan dedeler, babalar, atalar; tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi. Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaştılar. Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gâzi gibi ad ve unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar. Mevlânâ’lar, Hacı Bektaş Velî’ler, Ahî Evran Velî’ler, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yûnus Emre’ler bu anlayışın Anadolu’daki kollarıdır.
Şaman seçimi tanrı tarafından verilme ya da kalıtsal yolla gerçekleşmektedir. Bu iki yolun dışında şamanlık iddiasında bulunanların, toplumdaki itibarları oldukça zayıftır. Şamanlığa ilk adımını atan seçilmiş şamanlar, mutlaka kendilerine konuyla ilgili mesajın verildiği mistik bir rüya görmüşlerdir. Şaman topluluklarının çoğu, rüyaları, öteki dünyadan gelen kehanetler olarak kabul ederler. Onlara göre sanki bu dünyada gerçekleşecek olanı öteki dünya daha önceden bilmektedir. Sanki bu dünyada yaşanacak olayların bir eşleri öteki dünyada daha önceden gerçekleşmektedir. Şamanik yolculuk yaparken şamanlar arasında en yaygın araç davullar ve vurmalı çalgılar, ziller.Bilimsel araştırmalara göre insan bu monoton ritimleri dinlerken, beyin titreşimleri günlük hayatta aktif olan beta düzeyinden çıkarak önce alpha sonra tetha düzeyine geçiyor. Tetha düzeyi, derin düşüncenin ve sezgilerin en güçlü olduğu frekans. Aslında bir nevi alacakaranlık boyutu yani, aydınlanmadan önceki karanlık… Kendinden geçme hali esnasında göklere yükselmek, bedeninden ayrılmak gibi translar gerçekleştiren şamanın, bilinmeyen alemlerde dolaştığı, farklı varlıklarla iletişim kurdukları ve dünyanın öbür ucunda bile olsa yardımcı ruhları çağırabildiklerine inanılır. Şaman, ayin sırasında kasılıp titrer, göğsü daralır ve bazı sesler çıkartarak ağlamaya başlar. Sonra hareket etmeye başlar ve taşkın hareketler yapar. Ağzından köpükler saçarak yere yıkılır. Bu durum şamanın bu dünyadan koparak ruhlar alemine geçmesi olarak algılanır. Nöbet geçtiğinde ayağa kalkar ve davulunu belli bir ritimle çalmaya başlar. Kriz bitiminde beyin gücü en üst seviyededir ve olağanüstü dingin bir durumdadır. Şaman ayıldığında öteki dünyadan haberler verir.

Her şamanın, yardım eden kendi tannları, kendi ruhları ve başkalarının söylemeği göze alamadığı kendi şarkısı vardı. Bir aynası, tefi ve yinelenmeyen-alışılmışın dışında- bir giysisi bulunuyordu. Cübbe ve davulun vasıfları ve biçiminin, kamın hizmetinde bulunduğu ruh tarafından bildirildiğine inanılmaktadır. Şamanlar ayinleri sırasında hayvan derisinden bir göğüslüğü olan açık cübbe ve üzerinde dağ tavuğu tüyü bulunan kırmızı bir külah giyerler. Şamanlar ruhları kovmak için, elbiselerine bir takım şeyler takardı. Bunların arasında kollara, sırta takılan küçük zil ve çıngıraklar bulunurdu. Çeşitli sesler çıkararak ruhları ürküten madeni eşya, şamanın zırhı sayılırdı. Çıngırakların üst kısmında küçük yaylar bulunurdu. Bunlar da yine zırhın bir parçası olarak kötü ruhlara karşı silah vazifesi görürdü. Şamanın giydiği elbise, kötü ruhlara karşı onu bir maske gibi muhafaza etmektedir. Geleneğe uygun bir cübbe hazırlamak pahalıya mal olduğu için bazı kamlar, ruhlarının özel müsaadeleriyle, birkaç yıl cübbesiz ayin yaparlar. Fakat cübbesiz kamlar kötü ruhlara karşı fazla cesaret gösteremezler. Bunun içindir ki her kam ne yapıp yapıp şaman kıyafeti elde etmeğe çalışır. Şamanların ayin yaparken kullandıkları bir diğer malzeme şaman davuludur ve bu olmadan ayin bir kuvvet ifade etmez. Şamanların davul sahibi olmaları koruyucu ruhlarının emriyle olur. Hiçbir şaman kendi arzı ve isteğiyle davul yaptıramaz; yaptırdığı davulu koruyucu ruh veya ruhlar tarafından kabul edilmedikçe kullanamaz. Şaman, şamanlık için gerekli bilgiyi atalarından aldıktan sonra davulunu kullanmayı, ruhları çağırmayı öğrenir.. Ayrıca davul derisinin hem iç hem de dış kısmında kırmızı ve beyaz şekiller çizilmiştir. Bunlar şamanist dünya görüşü ile kurban merasimlerini aksettiren şekillerdir. Bu resimler yerdeki bazı mevcudat ile gökteki efsanevi varlıklara aittir. Sağda ay, solda güneş resmi onların üzerinde de birçok yıldız vardır. Ayrıca Ülgen’in kızlarını tasvir eden resimler ile kuş, geyik, at, ağaç vs. şekiller de bulunur. Bunlardan başka ayin icra edilen bir sahne de resmedilmiştir. Her davul, şamanın ölümünden sonra ormana götürülüp parçalanır ve bir ağacın dalına asılır; şamanın ölüsü de bu ağacın yanına gömülür. Şamanın defni esnasında hususi ayin ve merasim yapılmaz, ilahiler de okunmaz. Şamanlar, mümkün olduğu kadar, obadan ve yollardan uzak bir tepeye hayvan sürülerinin yaklaşamayacağı yere defnedilir.

Kişiyi şamanlığa çeken çağrı, herhangi bir dinsel iç çağrısı gibi, bir bunalımla, şaman adayının tinsel dengesinin geçici olarak bozulmasıyla kendini gösterir. Genel görüş, şaman olmanın kader olduğu. Şaman olmak için belli bir Şaman’ın neslinden olmak gerekir. İnanca göre, geçmiş atalarının ruhundan biri, Şaman olacak torununa musallat olur; onu Şaman olmaya zorlar. Ata ruhunun musallat olduğu kimse Şamanlığı kabul etmezse deli olur. Hiçbir kimse şaman olmak istemez. Fakat geçmiş şaman-ataların ruhundan biri şaman olacak torununa musallat olur; onu şaman olmağa zorlar. Şamanlığı diğer dinlerden ayıran özellik şimdi yaşayan insanla onun çoktan ölmüş ataları arasında güçlü bir ilişkinin mevcut olduğuna dair inanıştır. Bu bağın kuvvetine olan iman, atalara ardı arkası kesilmeden saygı göstermeyi gerekli kılmaktadır. Bu durum karşısında, ancak kendi atalarıyla sıkı bir münasebet kurabilen bir kimse şaman olabilir demektir, diğer tabirle burada ancak, ırsi, yani ailelere ait bir şamanlık mümkündür. Şamanların hepsi sinirli, melankolik adamlardır.  Şaman olacak çocuk, daha çocukken hastalıklı ve dalgındır . Aileden gelen şamanlığın ilk belirtileri şaman adayının aniden hastalanmasıdır. Şamanlık kuvveti aniden gelir. Cedlerin kuvvetiyle şaman olarak tespit edilen şahıs, azalarında birden bire bir gevşeklik hisseder, bu hal şiddetli bir titreme ile kendisini gösterir. Onda kuvvetli ve gayri tabii esneme başlar, göğsünde ağır bir tazyik hisseder, birdenbire şiddetli ve gayri tabii seslerle bağırmak ihtiyacını duyar, sıtmalı gibi titrer, gözleri şiddetle döner, birdenbire yerinden sıçrayarak deli gibi etrafta dönmeye başlar, nihayet ter içerisinde yere yuvarlanır ve saralı çırpınmalarla kramp içerisinde kıvranır. Azaları bir şey duymaz eline ne geçerse yakalar ve yutmaya bakar, kızgın demir, bıçak, iğne, balta gibi şeyler olsa dahi, bunları yutmaktan ona bir zarar gelmez. Bir müddet sonra yuttuğu şeyleri olduğu gibi geri çıkarır. Bu ıztıraplı haller bir süre devam eder. Nihayet günün birinde namzed davulunu alıp çalmağa başlar ve artık sakinleşip kendine gelir. Şaman olmaktan kaçınan kimse sonunda ya delirir ya da genç yaşta ölür.


Uygur Türkleri arasında şamanın seçimi ve eğitim süreci şu şekilde olur: “Ruhlar yetişkin kişiler arasından birini seçerek kırk gün çırak olarak eğitirler ve seçilen kişi ruhlar, ilahlar ve cinlerle ilişki kurabilecek yeteneğe eriştikten sonra evlerine geri götürülür. Aradan geçen kırk gün, seçilen kişinin evinden “kaybolduğu” süre olup, bu sürede çırak sadece süte benzer bir sıvıyla beslenir. Bu tür “cinler tarafından kaçırılan” kişiler kimseye karışmazlar, bunlar ruhsal yönden anormal kişiler olup, davranışları da tuhaf olurlar. Bunlar; ancak şaman olduktan sonra kendilerine gelirler. Ruhlar bunlara harabelerde, mezarlıklarda ve eski ağaçların altında şamanlığı öğretirler. Çıraklardan kırk günlük süre içerisinde gördüklerini kimseye anlatmamaları, sadece beyaz veya mavi renkli elbise giymeleri, şaman olduktan sonra kendini açığa çıkarmaları ve evinin etrafında bulunan yalnız ağaca beyaz tuğ bağlamaları, Salı, Çarşamba, Cumartesi güneş battıktan sonra faaliyet yapmaları, şamanlık eğitimi aldıkları yerde belirli zamanlarda kurban sunmaları istenir. Uygur Türklerinin arasında şamanların özellikleri ve faaliyetlerinde ruhlar büyük önem taşımaktadır ve ruhlar; ilahlar, ruhlar ve devler olmak üzere üçe ayrılmıştır. İlahlar, yani Tanrılar gökte yaşarlar. Bunlar arasında Gök Tanrı en kudretlisi olup, diğer Tanrılar Gök Tanrı‟nın yardımcılarıdır. Ruhlar ise karakter bakımından iyi ruhlar ve kötü ruhlar olmak üzere ikiye ayrılır. Şaman ruhu, hakanların ruhları, kahraman ruhu, kabile ve soy üyelerinin ruhları iyi ruhlar kategorisine aittir ve bunların mensup olduğu aile ve toplumu koruduklarına inanılır. Kabile üyeleri arasında kötü niyetli kişilerin, cezalandırılarak öldürülenlerin, felakete uğrayıp ölenlerin, yabancı veya düşman toplumuna mensup kişilerin ruhları kötü ruhlar içinde yer alır. Bunların ruhlarının cin ve albastılara dönüşüp insanlara zarar verdiğine inanılır. Cin ve albastılar da kötü ruhlar grubunda yer alıp, karanlıklar dünyasında yaşarlar. Bunlar güçlü olup olmadıklarına göre, “dev”, “albastı” ve “cin” diye üçe ayrılırlar. İnanca göre, “dev” kötü ruhlar arasında en güçlü olanıdır ve yalnız ağaçların dibinde, harabelerde, eski değirmenlerde yaşarlar. Devlerin ihtiyar kişilerin, doğum yapan kadınların ve bebeklerin ruhuna zarar verip onları hasta ettiklerine inanılır. Bunların rüzgârına kapılan insanlar delirir, felç olur veya dili tutulur. Albastılar devlerden daha zayıf olup, bunlar da insanlara zarar verebilmektedirler. Albastılar daha çok zayıf kişilere, özellikle bebeklere ve loğusa kadınlara zarar verirler. Albastılar insanlara daha çok beyaz elbiseli, beyaz saçlı ihtiyar nine görünümünde veya beyaz keçi biçiminde görünür. Cinler, kötü ruhlar arasında en zayıf olanıdır. Cinler de “temiz cin” ve “pis cin” diye ikiye ayrılır. Cinler mezarlarda ve harabelerde yaşar. “Temiz cin” nispeten iyi ruh olup, insanlara pek fazla zararı dokunmaz. Bu cin insanlara beyaz elbiseli erkek görünümünde rastlar. Şamanlar temiz cinlerin yardımıyla gizli olayları bilirler, olacak olaylardan haber verirler. Şamanlar bu cinlere “maşayih” derler. Bu cinler geceleyin hareket ettiklerinden, şamanlar bunları gece çağırır ve faaliyetlerini gece vakti yaparlar. “Pis cin” zayıf da olsa insanlara zarar verebilir. Bu cin daha çok beyaz saçlı ihtiyar nine, beyaz keçi ve ateş biçiminde görünür. Pis cinler daha çok bebeklere, loğusa kadınlara ve gebe kadınlara zarar vermektedir. Uygur şamanlarına göre, dev ve periler çok güçlü ruhlardır, dolayısıyla bunların sebep olduğu hastalıkları tedavi ederken, şamanlar çok ciddi olmaktadırlar.
Şaman, ruhunun bedeninden ayrılarak göğe tırmanmaya ya da yeraltına inmeye giriştiğini varsayan özel bir esrimenin uzmanıdır. Şamanizmin özü vecde gelmeğe dayanır. “Esrimek” töreninin her zaman var olan bir parçasıdır. Özellikle trans durumunda gökyüzüne, yeraltına, ya da ölüler katına yolculuk etmek. için ruh, bedenden aynlır.Şamanların eğitimi sık sık rüyada gerçekleşir. Tam yetkin kutsal yaşama kavuşmak, tanrılar, ruhlar ve ata ruhları ile dolaysız ilişkiler kurmak ancak rüyada olur. Şamanlık kalıtsal olmakla birlikte, gerekli nitelikleri kazanıp onaylanmak ancak rüyada ruhları gördükten sonra olur. Bu ruhlar da zaten kuşaktan kuşağa kalıtsal olarak geçerler. Şaman adaylarının sırra-erme rüyalarından birçoğunun, “Dünyanın Merkezine”, Evren Ağacının ve Evrensel Hakimin bulunduğu yere yapılan mistik bir yolculuk içerdiği hatırlardadır. Şamanist dünya görüşüne göre, bütün dünya iyi ve kötü ruhların etkisi altındadır. Büyük ve özellikle insanlara ve hayvan sürülerine türlü kötülükler yapmaya hazır kötü ruhlarla ilişki kurmak kudreti yalnız şamanda bulunur. İnsanlar ruhların ne doğada ne huyda olduklarını ve her şeyden önce onlara hangi yoldan gideceğini bilemez, onların nelerden hoşlandıklarını, hangi cins ve çeşit kurbanlardan memnun kalacaklarını saptayamazlar. Ata ya da akraba ruhlarından aldığı kuvvet ve ilham ile bütün bunları ancak şaman bilir ve böylece bir yandan iyi ruhların insanlar için yararlı ve hayırlı etkilerini devam ettirmeye, bir yandan da çeşitli çarelere başvurmak suretiyle, kötü ruhların zararlı eylemlerini önlemeye yalnız onun gücü yeter. Şaman bu amaçla tertip ettiği ayinlerde ruhlar ile ilişkiye geçip onları hoşnut ve razı ederek istenilen sonucu almaya çalışır.
Kamların, Tanrı veya tanrılar ile insanlar ve ruhlar arasında aracılık yapma kabiliyetine sahip olduğuna inanılmaktadır. Toplumda ölüm ve hastalık gibi birçok kötülükler ruhların işi olarak görülmektedir. Onların, vecd tekniği sayesinde ruhları hükümleri altına alabildikleri; ölülerle ve tabiat ruhları ile bağlantı kurabilecekleri, ateşe hâkim olabilecekleri, hastalanan yani ruhları çalınan kimselere şifa temin edebilecekleri, dertlilerin şikâyet ve dileklerini dinleyerek onlarla Gök Tanrı ve öteki kutsiyetler arasında aracılık yapabilecekleri kabul edilmekteydi. Esas olarak şaman, hastalık durumlarında vazgeçilmez sayılır. Yeryüzünde bulunan kötü ruhlar insan vücuduna girerek iç organları yemek ya da insan ruhunu çalıp yeraltına götürmek suretiyle insanı hastalandırır. Birinci durumda şaman ruhla anlaşmaya çalışır ve bazen ruhu bir hayvanın vücuduna girmeye ikna ederek hastanın iyileşmesini sağlar. İkincisinde ise şaman yer altı dünyasına inerek hastanın ruhunu çalan kötü ruhları bularak onlarla anlaşır ve şartlarını yerine getirerek çalınan ruhu geri getirir. Burada şamanların kötü ruhlarla anlaşma yöntemini tercih ettikleri, insanların iyileşmesini sağladıkları görülmektedir. Şamanların kendilerine göre asıl öğretmenleri, bir takım özel ruhlar ile ata ruhlarıdır. Bu ruhlar, şamanları belirli kurallara göre yetiştirmektedir. Bunun yanında şamanlık yetkisi Tanrı tarafından da verilmektedir. Gök Tanrı’nın insanlarla, ruhlardan oluşan elçiler vasıtasıyla konuşması ve şamanın gök seyahatini ruhların refakatinde yapması şamanlık kabiliyetinin Tanrı ve ruhlar aracılığıyla verildiğini göstermektedir. Şaman olabilmek için fıtri kabiliyet yeterli değildir. Şaman olabilmek için şaman adaylarında, bazı özel yetenek ve bilgi de bulunması gerekmektedir. Dalgınlık, hayal görme, inziva eğilimi, asabiyet, zaman zaman bayılma, sara nöbetlerine benzer ve ağızdan köpük gelmesi gibi haller, ağaç kabuklarıyla beslenme, kendini ateşe ya da suya atma, bıçakla yaralama gibi davranışlar kamlık eğilimi ve kabiliyetinin belirtileri sayılmaktadır.
samanizm
Altaylı kamlar Tann’ya dua ederken “yüksekte bulunan büyük atamız tengere, yaratıkları yaratan tengere, yıldızlarla dünyayısüsleyen tengere” diye hitap ederler. Türk Tatarlarda Gök-Tanrı “Başkan”, “Han”, “Bey” ve sık sık da “Ata” adıyla anılır. Göğün en üst katında oturan bu tanrının, buyruğu altında ve daha alt katlarda yer alan birkaç “oğlu” ya da “ulağı” vardır. Bunların sayıları kabileden kabileye değişir; genellikle Yedi veya Dokuz “Oğuldan” -ya da “Kızdan”- söz edilir ve şaman bunların birkaçıyla sıkı ve özel ilişkiler sürdürür. Gök-Tanrının bu Oğulları, Ulakları ya da Uşaklarının görevi, insanlara göz kulak olmak ve yardımetmektir. Altaylılarda, Gök ya da hava tanrısından sonra gelen tek önemli tanrı, Yeraltının egemeni Erlik Han’dır ve şaman tarafından oldukça iyi tanınır. Tarihçi Prof. Abdülkadir İnan, şaman olmaya aday biri tarafından mesleğe kabul töreninde şunların söylendiğini belirtiyor:
“Zavallıların koruyucusu, yoksulların babası, öksüzlerin anası olmağa and içiyorum. Yüksek dağ tepelerinde bulunan ruhlara saygı göstereceğim; and ediyorum ki onlara candan bütün varlığımla hizmet edeceğim. Bunların en büyüğü ve en kudretlisi, üç bölük ruhların âmiri olan, dağ tepesinde yaşıyan, şamanlar tarafından Sustuganah Ulu Toyon tesmiye olunan Tanrıya, onun büyük oğlu Uygul Toyan’a, Karısı Uygul Hatuna… bunların sayısız ailelerine ve uşaklarına saygı göstermeğe, hizmet etmeğe söz veriyorum.”
Şamanlıkta ruhun uçuşu ile extase aynı anda meydana gelir. Şaman gerek gökte Bay-Ülgen ile gerek karanlıklar dünyasında Erlik gibi tanrılarla dostluk kurar, onları görür ve onlarla konuşur. Hastanın vücudundan çıkmış olan ruhunu bulur ve geri getirir, yani hastalığı iyi eder. Yere ve Yeraltına ilişkin tanrısal veya başka güçlü varlıkların büyük bir bölümü mutlaka “kötü” ya da “şeytani” değildir. Bunlar genel olarak, pantheon içinde zamanla meydana gelen değişiklikler sonucu, bulundukları konumdan “düşmüş” yerli, hatta yerel tanrılardır. Yukarıdaki” tanrılar ve ruhlar ne kadar iyiliksever olurlarsa olsunlar, ne yazık ki tembel ve eylemsizdirler, dolayısıyla insan varoluşunun dram ve dertlerine hemen hiç deva olamazlar. Bunlar göğün üst katlarında eğleşirler, insanların işlerine hemen hiç karışmazlar; yaşamın akışı üzerinde, aşağıdaki bis’in toprağa daha yakın, insanlara kan bağlarıyla bağlı ve çok daha sıkı bir klan sistemi halinde örgütlenmiş, öç alıcı ruhlarına kıyasla, çok daha az etkileri vardır.” Gökteki tanrıların ve ruhların başkanı, “Dünyanın Başı Ata Bey” Art-Toyon-Aga’dır; “göğün dokuz katında oturur. Güçlüdür, ama hiçbir iş yapmaz; amblemi olan güneş gibi parlar durur, gök gürlemesiyle konuşur, ama insanların işlerine pek karışmaz; günlük ihtiyaçlar için ona dua etmek boşunadır. Rahatı ancak çok sıra dışı durumlarda bozulabilir, ama o zaman bile ancak çok sıra dışı durumlarda bozulabilir, ama o zaman bile insanların işlerine karışmak için pek isteksiz davranır.”Art-Toyon-Aga’dan başka, “yukarıda” yedi büyük tanrı ile bir sürü küçük rütbeli tanrı daha vardır. Ulu-Toyon acıyla, arzularla, kavgalarla dolu eylemli varoluşu temsil eder … “Gökte oturan güçler arasından bir tek o, gözyaşlarıyla dolu bu insanlık vadisine inmek alçakgönüllülüğünü gösterir … İnsanlara ateşi o vermiştir; şamanı da o yaratmış ve ona kötülükle, mutsuzlukla savaşmayı o öğretmiştir… Kuşların ormandaki hayvanların, hatta ormanın yaratıcısı da odur.” . Ulu-Toyon, Art-Toyon-Aga’nın büyüğü değildir; ona eşitiymiş gibi davranır.
Gerçek kamlar dünya malına düşkün değildirler. Onlar hakkında söylenen menkıbelere göre fakir insandırlar. Kamların kendileri de böyle yaşamaya inanmışlardır. Onlar birer hokkabaz olmadıklarını törenler sırasında ekstaz halleriyle gösterirler: Bunu başaramayanlara şarlatan gözüyle bakarlar. Şamanların ayrıca başkalarının ve halkın bilmediği, sadece kendilerinin kurban sundukları, kendilerine özel tanrıları da vardır. Şamanlar bir kast halinde bulunmazlar. Mensup oldukları boy, oymak veya köyün bir üyesi olarak halk içinde yaşarlar. Onların diğer insanlardan üstünlüğü ancak ayin sırasındadır. Ekstaz hali geçtikten sonra diğer ölümlülerden hiçbir farkları kalmaz. Kam herşeyden önce kendi özel yöntemleri sayesinde ulaştığı extase hali içinden ruhunu göklere yükselten veya yeraltına indiren bir kişidir. Bu esnada başka ruhları hükmü altına alarak, tabiat güçleri ve şeytanlarla bağlantı kurmaya muvaffak olur. Kam ateş üzerinde hakimiyet kuran, hastalanan ruhlara şifa veren, ölülerin arzularını yerine getiren, dertlilerin şikayetlerini dinleyen, yer altındaki tanrıların yanma giderek aracılık yapabilen bir kişidir. Bu özellikleriyle de çevresinde korkuyla karışık bir saygı uyandırır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.